İsrail zalimliği Gazze Şeridi'nin her noktasında kendisini hissettiriyor. Savaş suçlarının her an yaşandığı bölgede, soykırım ve aç bırakma politikasını artıran İsrail'e karşı, uluslararası toplum kayıtsız kalmış durumda.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin, Gazze'de ateşkes ve iki devletli çözüme yönelik diplomatik girişimleri yoğun bir şekilde sürdürülüyor.
Milat yazarı Ersan Ergür'ün bugünkü, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze politikalarına yönelik eleştirilere karşı tarihsel, dini ve stratejik bir değerlendirme" başlıklı yazısı şöyle:
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Filistin meselesine dönük olarak Gazze özelinde izlediği politikaları iç ve dış kamuoyu nezdinde çoğunlukla takdir edilmektedir. Toplumun geneli ve İslam ülkelerinin tamamı Erdoğan'ın söylemlerini ve diplomatik çıkışlarını Filistin halkıyla tam bir dayanışma içerisinde olduğunu düşünmektedirler.
Fakat ne hikmetse bazı dini yapılar, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri, bu desteğin "söylem düzeyinde" kaldığını ve askeri ya da ekonomik boyutta daha sert adımların atılması gerektiğini ifade etmektedirler. Ancak bu eleştirel yaklaşımların tarihsel, dini, stratejik ve reel politik açıdan gerçekçi olmadığını fark edememektedirler.
Üstelik bu yaklaşımlarıyla, Türkiye’yi bir an önce askeri bir kıskaca almak isteyen ABD ve İsrail gibi Batılı emperyalist devletlerin zihin arkasındaki beklentilerine hizmet ettiğini görmemekte ısrarcı davranmaktadırlar. Bu durum en hafif tabirle bir gaflet hali olarak yorumlanabilir. Zira tarihsel olarak, özellikle Soğuk Savaş döneminden bu yana Batılı güçler, İslam coğrafyasındaki tepkisel hareketleri provoke ederek kendi çıkarlarına hizmet eden istikrarsız ortamları hazırlamışlardır. ABD Büyük elçisi April Glaspie’nin yönlendirmesi ile Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası gelişen süreç ya da Arap Baharındaki bazı yönlendirmeler, bu stratejilerin tarihsel örnekleri arasındadır. Dolayısıyla, aceleci, ölçüsüz ve hazırlıksız yapılacak askeri bir girişim Türkiye’nin jeopolitik pozisyonunu zayıflatırken aynı zamanda dış müdahalelere açık hâle getirecektir.
1. Siyer açısından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tavrının değerlendirilmesi;
Hem peygamber hem bir devlet insanı olan Peygamber (sav) Efendimizin 23 yıllık İslam tebliğ inşasını biz üç dönem üzerinden ele alacağız: Mekke dönemi, Medine dönemi ve Mekke'nin fethi. Bu üç süreç birbirlerinden bağımsız olarak değil bütüncül olarak ele alınmalıdır. Çünkü örnek bir şahsiyet Olan Peygamberin İslam’ı inşa süreci kıyamete kadar örnek olarak ele alınmak durumundadır. Yaşanan olaylar, karşılaşılan problemler bu üç dönemin bir numunesi olarak değerlendirilirse beklentilere isabetli çözüm önerileri getirilebilir.
Mekke döneminde baskı, işkence ve ambargolara maruz kalmalarına rağmen askeri eylem ve direnişe başvurmamışlar, sabırla İslam’ı tebliğ etmeye devam etmişlerdir. Medine'ye hicret sonrası oluşan siyasi ve askerî güç ile kendilerini savunmuşlardır. Nitekim Bakara 190. ayette "Size savaşanlara karşı siz de Allah yolunda savaşın. Fakat sınırı aşmayın. Doğrusu Allah, sınır aşanları sevmez." buyruğu, meşru savunma anlayışı ile Müslümanların askeri anlamda nasıl adım atmaları gerektiğini ortaya koymuştur. Mekke’nin fethi sonrası ise adaletle hükmetmişlerdir.
Kısacası, Hz. Peygamber (sav) zulüm ve baskılara karşı sabretmeyi, toplumsal direnci ve akılcı siyaseti öne çıkarmışlardır. Nihayetinde müşriklere karşı koyabilecekleri bir devlet gücüne ulaştıktan sonra zulme dur diyebilmişlerdir. Bu durum, Erdoğan'ın da mevcut şartlar altında öncelikle diplomasi, kamuoyu oluşturma, insani yardım ve ittifak stratejileriyle hareket etmesini meşrulaştıran tarihsel bir örnektir. Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye’nin, gücün doğru zamanda ve yerde kullanılmasına dayalı stratejik sabır politikası ahlaki ve peygamberi bir anlayışa dayanmaktadır. Türkiye’nin Gazze’ye doğrudan askerî müdahalede bulunması uluslararası hukuka göre meşru olmamakla beraber jeopolitik ve askeri anlamda da gerçekçi değildir. Türkiye'nin yürüttüğü diplomatik yöntem ve insani yardım odaklı yaklaşım uluslararası diplomaside ağırlığını artırmaktadır. Böylece Filistin davasına uzun vadeli ve etkili bir çözüm oluşturma fırsatını yakalayabilir. Türkiye, duygusal tepkiler yerine stratejik akılla hareket ederek hem Filistin’e hem de kendi ulusal çıkarlarına hizmet eden dengeli bir siyaset izlemektedir. Bu durum kesinlikle güçlü Türkiye’nin inşası sonrası askeri güç kullanımının hayata geçirilmesine imkân verecektir.
2. Cumhuriyet Sonrası Devlet Yapısı ve Askeri Gerçeklikler;
Osmanlı’nın dağılması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, seküler ve Batı endeksli bir dış politika benimsemiştir. Devletin dış politikası uzun süre NATO, ABD ve Batı bloğunun çıkarlarına uygun olarak oluşturulmuştur. Erdoğan’ın iktidara gelmesi ile bu anlayış yavaş yavaş medeniyet coğrafyamıza yönelik politika anlayışına evrilmiş ve Türkiye yeni yeni batıdan bağımsız ve çok kutuplu bir dış politika anlayışını tatbik etme imkanını yakalayabilmiştir. Ancak bugün dahi kamu kurumlarında ve bürokraside bu etki hissedilmektedir. TSK'nın özellikle hava kuvvetleri, orta ve yüksek irtifa hava savunma sistemleri, balistik füze ve hava taarruz sistemlerinde gelişimini sürdürme gayretindedir. Bu durum Türkiye'nin doğrudan bir askeri müdahalesinin önünde kritik bir engel teşkil etmektedir. Bu reel politik gerçeklik karşısında hamasi ve idealist söylemler ile aşılabilecek bir durum değildir. Bu nedenle dengeli bir strateji izlenilmesi bir zorunluluktur.
3. Uluslararası Hukuk ve Diplomasi İşleyişi Açısından Eleştirilerin Değerlendirilmesi;
İsrail ile ticaretin sürmesi ya da büyükelçiliğin kapatılmaması gibi konular sıklıkla eleştirilmektedir. Ancak bu durumlar uluslararası hukuk ve diplomasi işleyişi içerisinde değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Şöyle ki;
Büyükelçiliği kapatmak, Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi (1961) çerçevesinde sembolik bir tepkidir. Ancak bu adım, bilgi akışını ve kriz anlarındaki diplomatik manevra kabiliyetini ortadan kaldırabilir (United Nations, 1961).Dünyada savaş halindeki ülkeler bile bazen büyükelçiliklerini kapatmaz; bu yapılar iletişim, arabuluculuk ve istihbarat elde edilmesi gibi kritik faaliyetleri yürütürler.BM Şartı, Madde 33: “Herhangi bir uyuşmazlık durumunda taraflar, arabuluculuk, müzakere, iyi niyet girişimleri gibi yollarla barışçıl çözümler aramakla yükümlüdür.” Şeklinde diplomasinin önemine değinir. Bu durumda büyükelçilik kapatmak, bu hakkın en önemli zeminlerinden birini ortadan kaldırır.
Türkiye, 2 Mayıs 2024 tarihinden itibaren İsrail ile tüm ticari ilişkileri tamamen kesmiştir. Ticaret Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, ihracat, ithalat ve transit işlemler dahil olmak üzere tüm ürün gruplarında ticaret durdurulmuş ve gümrüklerde veya serbest bölgelerde İsrail ile herhangi bir ticaret yapılmasına izin verilmemektedir. Türkiye’nin İsrail ile ticareti kesmediği yönünde ki iddiaların gerçeği yansıtmadığını resmî kurumlar defaten ilan etmiştir. İddia edildiği üzere küçükte olsa giden bazı ticari mallar kayda değer bir etki oluşturmamaktadır. Ayrıca iddia edildiği üzere var olan bir ticaret Türkiye'nin İsrail ile ticareti sürerken Filistin'e yardım göndermesi, ticaretin kesilmesi durumunda Filistin'in zarar göreceği gerçeğine dayanmaktadır. Çünkü Filistin'e mal sevkiyatının büyük kısmı, hala İsrail gümrüklerinden ve limanlarından geçmektedir.
Filistin’e giden mallar (gıda, sağlık, inşaat vs.) İsrail gümrüklerinden geçmek zorundadır.İsrail, Gazze ve Batı Şeria’ya geçişleri sadece kendi kontrolü altındaki liman ve sınır kapıları üzerinden kabul eder.Türkiye, Filistin halkının temel ihtiyaçlarını sağlayabilmek için İsrail’le belli düzeyde ticari ilişkisini sürdürmek zorundadır.Türkiye’de faaliyet gösteren Filistinli şirketler ve STK'lar, İsrail-Türkiye ticaretinin açık olmasından yararlanarak insani yardımı ve ekonomik desteği ulaştırabilmektedir.
Stratejik olarak;
• Ticaret tamamen kesilirse İsrail kaybetmez, ama Filistin kaybeder.
• Türkiye’nin mal gönderemediği bir ortamda İsrail ablukasını daha da derinleştirir.
• Türkiye'nin ekonomik erişimi kısıtlanırsa, Gazze’deki sivil halk izole olur ve İsrail bunu daha az maliyetle sürdürebilir.
4. Stratejik ve Vicdani Dengede Erdoğan'ın Pozisyonu Erdoğan'ın söylemleri hem kamuoyunu hem İslam dünyasını harekete geçirmeyi hedeflemektedir. Sadece politik çıkarları değil, dini ve vicdani sorumlulukları da üstlenen bir lider profili çizmektedir. Bununla birlikte Erdoğan, şunları aynı anda yapmaya çalışmaktadır:
Filistin’e insani yardım sağlamak için İsrail ile minimum diplomatik teması sürdürmek,Uluslararası arenada Filistin’in meşru davasını dile getirmek,Türkiye’nin pozisyonunu koruyarak bölgesel barış çabalarına liderlik etmek.Bu strateji, sadece bugün için değil, gelecekte kurulacak adil bir barış sistemine de Türkiye’nin katkısını teminat altına almak içindir. Benzer bir yaklaşım, Libya iç savaşında da izlenmiş; Türkiye, başlangıçta NATO müdahalesine karşı çıkmasına rağmen, operasyonu engelleyemeyince doğrudan saldırılara katılmaksızın koalisyona deniz güvenliği desteği sunmuş, böylece harekât sonrası Libya'nın yeniden inşasında ve meşru hükümetin desteklenmesinde etkin bir rol üstlenebilmiştir.
Sonuç olarak;
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı yapılan eleştiriler, vicdani ve dini bir hassasiyetten kaynaklanmış olsa da tarihsel-siyer bakışı, reel politik anlayış ve uluslararası hukukun gereği bütünsel olarak uygulanabilir değildir. Erdoğan, Peygamber Efendimiz’ in Mekke dönemindeki sabrını, Medine dönemindeki stratejik inşasını ve Fetih sürecindeki ölçülü güç kullanımını örnek alan bir politika yürütmektedir. Bu politikaların sadece Türk devlet aklının değil, aynı zamanda İslami bir hikmet anlayışının ürünü olduğu şeklinde değerlendirilmelidir."